Sonda edeceğim teşekkürü başta ederek başlayayım. Eğer Bilişim Bülteni diye bir ekibi Engin abi kurmasaydı ve bu kümeye seni de beni de dahil etmeseydi, Olcay olarak adını ve biraz biraz da yaptıklarını bilecektim ama çoğu gün mesajlarını gördüğüm, bir konu hakkında fikirlerini okuduğum, daha yakınımda olan bir insana dönüşmeyecektin benim için. Dahası, İstanbul’a bir dahaki gelişinde öyle aradan kaçıp gitmek yok, beni de arayacaksın bari bir kahve içeceğiz de diyemeyecektim sana. Dolayısıyla sen de aramızdan ayrılmadan henüz 10 gün önce beni arayıp, Apple Store’dayım, sizin buralarda bir bardak su da mı olmaz, çok susadım, bana su bul diyemeyecektin. O yüzden iyi ki Bilişim Bülteninin o WhatsApp grubu vardı hep, senden bir haber alabilmek, varlığını ve her fikri, her yazıyı önemsediğini bilmek için. Bu yazıyı yazmak, belki bültenin bu ayki yazarlarına oranla benim için biraz daha zor. Çünkü dediğim gibi, ölümünden 10 gün önce İstanbul’da son kez olduğunu bilmeden olcay’la beraberdik. O bahsi geçen kahveyi içtik, günü planlamadığımız için birlikte Olcay’ın bu kış giyeceği yağmurluğu seçerken bulduk kendimizi. Sonra o çok sevdiği yeni oyuncağını çıkarıp koydu sohbet ettiğimiz masaya, Asus Zenbook’unu inceledik. sağını solunu kurcaladık birlikte. Bütün portlarının, girişlerinin üzerinden geçtik, fan deliklerine kadar inceledik belki öylesine bir bilgisayarı. Çok özendiği sitesi eniyideneyim için henüz taslak halinde olan yazısını anlattı bir de o akşamüzeri bana. Taslak dediğime bakmayın, aslında anladığım kadarıyla zor kısmını da halletmiş gibiydi. Sonra bu bültene de bir versiyonunu koyabileceğinden bahsetmişti. Günün sonunda bir türlü bitirememekten şikayet ettiği yemek kartındaki bakiyeyi bana ve birkaç arkadaşımıza karışık ızgara ısmarlayarak en azından azaltmayı istedi. Biz de itiraz etmedik. Sonuçta birlikte olmaktan daha önemli hiçbir detay yoktu.
Sırtında 30 kiloluk çantasıyla Levent metroda veda ettim ona. Bazen yine de iyi ki sonuncu olmadığını bilmeden sarılıyoruz insanlara. Yoksa kopmamız daha zor olacak muhakkak.
Ne zaman seninle bir sohbete tutuşsak konunun her seferinde MacOS’in yıldan yıla bozulan erişilebilirliğine veryansın etmeyi, erişilebilirlik konseptinin son 50 yıldaki tarihçesini hiç sıkılmadan senden dinlemeyi, nereden geleceğini bilmediğim geyiklerini çok özleyeceğim Olcay. Twitter profilindeki açıklamaya, kimbilir ne zaman yazdığın o cümlende diyorsun ya kendin için: "Yaşamaya programlanmış organizma." Umudunu, gücünü, şu hayatı hem çok ciddiye alıp hem de umursamama yeteneğini unutmadan ve seni tanıyanlara unutturmadan, bıraktıklarını yaşatmaya programlanmış dostların olmaya söz veriyoruz. Bu söz umarım boyumuzdan büyük olmaz.
Artık uzun zaman olmuş kanserle mücadele sürecini az ya da çok bilmeme rağmen, aramızdan ayrıldığını duyduğum ilk anda nasıl olur diye sordum. Kanser gerçeğini bile bile biz yine de senin ölümünü beklemediğimizi söyleyebiliyor ve buna inanamıyorsak; bil ki bu tamamen senin yaşama meziyetinle ilgiliydi. Tanıştığımız, kesiştiğimiz, buluştuğumuz ve sarılabildiğimiz için yaşama bin şükür Olcay.
Güle güle ama hep bizimle kal, gittiğin yerde rahat et.
Yorumlar
Bu yazı için henüz yorum yok.
Yeni Yorum